Bir sabah yürüyüşüne çıkarsınız. Hava temizdir. Ağaçların yaprakları rüzgârla kıpırdar, kuşlar kendi dillerinde konuşur. Çocuklar kahkaha atar, yaşlılar gölgede oturmuş bir çay molasında. Gençler çimlere yayılmış, kitap okur ya da hayal kurar.
Buca’nın kalbinde nefes alınan bir yer: Hasanağa Bahçesi.
Bir zamanlar dikenli tellerin ardında, yalnızca bir avuç insanın erişebildiği bir bahçeydi. Sonra halk kazandı. Duvarlar kalktı, kapılar açıldı. Beton değil, yeşil serildi toprağa.
Ticaret değil, hayat girdi içeri.
Ve şimdi, Buca’nın başka bir köşesinde bir fırsat doğdu:
Buca Cezaevi yıkıldı.
Evet, o yüksek duvarlar, o kapalı kapılar gitti.
Geriye tam 75 dönümlük dev bir alan kaldı.
Boş. Açık. Bekliyor.
Ve Bucalı haklı olarak soruyor:
“Şimdi ne olacak?”
Birileri belki alışveriş merkezi hayal ediyor, birileri yüksek katlı binalar. Ama Bucalı başka bir şey istiyor.
Yeşil istiyor. Nefes istiyor. Sessizlik, huzur, gölgelik istiyor.
Bir toplanma alanı…
Bir afet anında güvenli liman, gündelik yaşamda nefes molası…
Dünyada örnekleri var:
New York’un Central Park’ı, Londra’nın Hyde Park’ı…
Onlar başardıysa biz neden yapamayalım?
Ve lütfen…
Bırakın artık siyasi hesaplaşmaları.
Kim yaptı, kim yıktı, kim planladı…
Bunlar değil önemli olan.
Ne yapıldığı önemli.
Bu alan Bucalıya mı ait olacak, yoksa betona mı? Boğulacak.
Bucalı kararını vermiş:
Alışveriş merkezi değil.
Rezidans değil.
Yeşil alan istiyor.
Gelecek nesillere bir ağaç gölgesi, bir kuş sesi, bir nefes bırakmak istiyor.
Ve kendisi de, bu şehirde yaşarken biraz huzur bulmak istiyor.
Bu artık bir tercih değil, bir sorumluluk.
Bu 75 dönüm, sadece boş bir arazi değil.
Buca’nın geleceğini şekillendirecek bir eşik.
Ve unutmayın:
Eğer Bucalının iradesi yok sayılır, bu alan bir kez daha betona teslim edilirse…
Buca, sandık geldiğinde en net cevabını verecektir.
Hem de hiç tereddütsüz.