Ankara’nın göbeğinde bir akademisyen katledildi tam bir yıl önce. Okulunda başarılı, çevresinde sevilen, siyasetle yakından ilgili, iki kız çocuğu babası bir babaydı.
Torbacı katiller İstanbul’dan Ankara’ya özel harekat polisleri tarafından getirildi. Yolda falan yakalanmasınlar diye. Evlerinde saklayanlar, vurduktan sonra kaçtıkları yerler hepsi ortaya çıktı bu süreçte. Kimin ne kadar dahli olduğunu herkes biliyor!
Aslında katillerin ve arkasındakilerin kim olduğu vurulduğu gün belliydi. Cenazesi için Bursa’dayken dahi herkes katillerin kimler olduğunu net olarak ifade ediyorlardı!
1 yıl geçti üzerinden ancak hala iddianame hazırlanamadı. Hala asıl suçlulara yönelik hamleler gerçekleşmiyor. Merak ediyor insan. Neden?
Bir cinayet nasıl bir yıl geçtiği halde tamamen aydınlatılmaz?
Nasıl olur da koca Türkiye Cumhuriyeti, kendi üniversitesinin akademisyenin cinayetinin üstüne gitmez?
Sorulacak yüzlerce soru var belki. Ancak ben sözü eşine, kızlarına bırakıyorum. Belki birileri vicdana gelir!
Eşi Ayşe Ateş, şöyle sesleniyor Sinan Ateş’e: ‘’ Kokunu alıyorum. Sevgilim!
Cennet böyle mi kokuyor?’’
Kızı Bengisu yazmış babasına: ‘’İnsanın babasını kaybetmesi anlatılmaz bir duygu. Sen gittin artık. Geri dönüşü olmayan bir yere gittin. Baba, sen bir yere yatılı gittiğinde kendimi güvende hissetmezdim. Peki şimdi ne yapacağım?’’
Kızı Zeynep Banuçiçek de sesleniyor vicdanı olanlara: ‘’ Babişkom! Babasını öldürülerek kaybeden herkes benim kadar üzülür. Bana ‘Ağlama’ deme. Ya seni kaybettim ben ağlayacağım tabi!’’ (Sinan Ateş Yaşar Hatıralarla-30 Aralık Yayınları)
Adaletin devletin temeli olduğuna inanan bir milletiz biz. Madem ‘Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun’ diyoruz. O zaman kıyametin kopması pahasına adaleti sağlamak zorunda bu devlet.
En başta iki küçük kız çocuğu için…