Bir Dostluğun, Bir Ömrün Hikâyesi
Bazı dostluklar vardır…
Bir selamla başlar, bir ömür sürer.
Ne menfaat bulaşır araya, ne makam, ne mevki.
Zaman geçer, saçlar ağarır, yollar değişir ama o dostluk, çocuklukta atılan bir gülüş kadar sahici kalır.
Benim hikâyem de öyle bir dostluk hikâyesidir…
Gürçeşme Cami durağında başladı. Tozlu sokakların, bakkalın önünde paylaşılan çikolatanın, misket oynarken düşülen diz yaralarının arasında.
O mahalleden her geçtiğimde, çocukluğumun ayak seslerini duyarım hâlâ.
Bir yanımda doktor amcanın oğlu Necati Bahçeci, diğer yanımda terzi Ali’nin oğlu ben…
Hayatın bize hangi sınavları hazırladığını bilmeden, güneş batmadan evde olmanın derdindeydik sadece.
Sonra yıllar aktı…
Ben mücadeleye, Necati kaleme sarıldı.
Biri haberleri yazdı, diğeri haber oldu.
Ama ne zaman İzmir’e yolumuz düşse, bilirdik ki; Gürçeşme Camii’nin durağı hâlâ orada, çocukluğumuzu bekleyen bir nöbetçi gibi.
Hayat bazen serttir; insanı sınar, yolları ayırır.
Kimi sorumluluk yüklenir, kimi ailesine adanır, kimi kalemle mücadele eder, kimi duvarların ardında fikirlerini savunur.
Ama gerçek dostluk öyle kolay kopmaz.
Bir telefon, bir selam, bir eski hatır; yılların yükünü bir anda hafifletir.
Bugün dönüp baktığımda anlıyorum ki, dostluk sadece birlikte gülmek değilmiş; birbirini yıllar sonra bile anladığını hissedebilmekmiş.
Necati’nin haberlerinde toplumun vicdanını, kendi yazılarımda halkın sızısını görmek belki de bu yüzden bana hâlâ aynı heyecanı verir.
Çünkü aynı mahallenin çocuğuyuz biz…
Aynı taş sokaklarda yürüdük, aynı toprağa bastık, aynı değerlerle büyüdük.
Gürçeşme cami durağı, belki bugün modern otobüslerin gelip geçtiği sıradan bir yer gibi görünüyor.
Ama bizim için o durak, bir ömürlük vefanın adresidir.
Orada başlayan bir arkadaşlık, yılların sınavını verip bugüne kadar gelmiştir.
O yüzden, her karşılaşmamızda aynı cümle dökülür dilimizden:
“Gürçeşme cami durağından beri kardeşim…”
Bugün geriye dönüp baktığımda, o çocukluk günlerinde misket yerine sorumluluk taşıdığımızı görüyorum.
Artık elimizde top yok, kalem var; oyun değil, topluma karşı, mazimize karşı sorumluluklarımız var.
Ama içimizde hâlâ o saf çocukluk gülüşü duruyor.
Çünkü bazı dostluklar yaşla değil, hatırla büyür.
Necati bir gün şöyle demişti:
“Dostluk, geçmişin içindeki samimiyeti geleceğe taşıyabilmektir.”
Ben de aynı duyguyla söylüyorum:
“Biz hâlâ o camii durağının çocuklarıyız.”
Ve belki de bu yüzden, dostluk dediğin şey bir isim, bir adres değil;
Bir ömrün içinde silinmeyen bir izdir.